5 Nisan 2014 Cumartesi

Can Oba

Bu restoran insanın gurme olasınï getiriyor. Bugün saat 17-30 civarı şansa yer bulduğumuz CAN OBA'da çok güzel bir akşam yemeği yedik. Deniz mahsüIü çorbası ile başladık. Çorbalarımızı oldukça yavaş içmemize rağmen bitti ve ana öğün için beklediğimiz yemeklerin gelmesi için çok sabırsızlandik. Ben ahtapotlu risotto yedim. Yemek şahaneydi. Tatlı alarak da Can Bey'in kendi hazırladığı çikolatasının içine konan çikolatalı mousse'u yedim. Can Bey kendi restoranının aşçısı ve Almanya' da eğitim almış. Gerçekten çok lezzetli yemekIer ve tatIar konusunda üstat. Kendisi de çok tatlı bir insan. Can Oba sirkeci Hocapaşa sokağında bulunuyor. Gitmek isteyenler için Haziran'dan önce yer yok ancak gidip beklerseniz belki yer bulabilirsiniz bizim gibi. Simdiden afiyetler olsun:)

Bordeaux Operası BaIe Topluluğu

Bu akşam saat 20.00'de çok istediğimiz bale gösterisine gitme şansı bulduk. Biraz korktuk geç kaliyoruz diye çünkü Eminönü'nden tramvay ile Kabataş'a geçtik. İBB trafikte kırmızı yollar gerçekte bomboş tu. Herneyse son dakika girip önlerdeki yerimizi aldık.

ilk yarı Chopin ile dans ettiler. Mavinin ve siyahın tonlarından oluşan modern kesim kostümler çok etkileyiciydi. Kostüm tasarımcısı çok iyi iş çıkarmış. 2. yarı ise Carmina Burana de inanılmaz güzel bir gösteri izledik. Kostüm renkleri her bölüme uygun olmak ile birlikte tonlar çok iyi ayarlanmıştı. Dansçıların fizikleri baletten öte sporcu fiziğiydi. Bale izlerken insan vücudunun ne kadar estetik olduğunu insan tekrar görüyor. Müzik çok iyi olmasına rağmen canlı olmamasi izleyiciler için eksi puan oldu. Dansçilar, koreografi ve kostümler çok güzeldi.

Bu gösteriyi Fransa'da izleyebilmeyi çok isterdik . insanın dikkatini biran bile dağıtmadan izleyebileceği bir gösteri. şiddetle tavsiye olunur.

15 Nisan 2012 Pazar

Kararlı Kızın Günlüğü

Başlığa karar vermeden önce yazmaya karar verdim. Çok uzun zamandan beri odamda vakit geçirmediğimi farkettim ve bilgisayarımı odamdaki masama koyarak uzun soluklu sessizliğime son vermek için kendime güzel bir müzik açıp başladım yazmaya. Aslında yazacak çok konu var ekolojiden siyasete, kitaplardan felsefeye, bebeklerden evliliğe, tasarımdan yozlaşmaya her türlü şey hakkında hepimiz gibi fikirlerim çok fazla. Ama bugün günlük yazar gibi yazmak istiyorum.

Anneannemin büyük salonlu, loş ışıklı, İstanbul geneline göre yüksek tavanlı sayılabilecek, mobilyalarını annemin daha 2 sene önce değiştirdiği ve sonrasında evin 80'ler tarzındaki havasından sıyrılıp şimdinin genç modern ama sıcak bir evi haline gelen, kendimi bildim bileli hep çok sevdiğim ama biraz da ürktüğüm Maltepe'deki evine uğradık. Her cumartesi sabahı yaptığımız anneanne kahvaltısına eklenen, Güler hanım için çok önemli olan, bizim sadece bir saatimizi alan ama onunla geçirdiğimiz zamanın ne kadar kısa olduğunu bildiğimizden bizi de çok mutlu eden bir 60 dakikaydı. Tam da 60 dakikaydı gerçekten. Anneannem benim canımdır. Hepimizin öyledir zaten eminim. Onlar torunlarına çocuklarından daha düşkündür. Tabii ki çocukların yeri başkadır ama ne bileyim insan o sevgiyi o kadar derinden hissediyor ki... Anneannemin "Canım beni ara lütfen olur mu?" deyişi içimi acıttı. Çok büyük acımasızlık. Evden dışarı çıkması neredeyse imkansızlaştı çünkü... Eli senelerce ekmek tutan; 20 sene önce kaybettiği ilk ve tek sevgilisi, büyük aşkı dedeme gül gibi bakan 80 yaşını deviren canım anneannem  yarısı iflas eden akciğerleri, fazla kilosu, şeker hastalığı ve sık sık tekrarlayan enfeksiyonları sebebiyle 2 kat merdiveni inip çıkacak durumda olmadığı için artık dışarı çıkamıyor. İnsan hayatı değişiyor. Çok çabuk tükeniyoruz. Bunu farkedip kendimizi sağlıklı, dinç, mutlu tutmamız gerekiyor.

Anneannemden çıktığımızda bana hüzün çöktü. Belki de Pazar günü sendromu. Aslında işimi çok seviyorum ama şuan üzerinde çalıştığım projeyi hiç sevmediğimden olsa gerek 2 haftadır bir arpa boyu yol katedemedim. Ama yapacak birşey yok işin bitmesi gerekiyor. Bitireceğim. Bir yandan da aklımda sürekli gezmek var. İşim ile gezme fikrini nasıl bağdaştırabilirim bilmiyorum. Ama sonunda yapacağım şey budur. Sanırım bu konuda kararlıyım. Ben kararlılık halimdeyken hiçbirşey benden kaçamaz ama ne yazık ki bu halim pek uzun sürmüyor:) Sanırım çağımızın insanıyım tam anlamıyla. Herşey o kadar çabuk tüketiliyor ki ben de kararlarımı çok kolay tüketebiliyorum. Tabi bunu yapmak aslında insana zarar da veriyor bir yandan.  Çünkü her defasında kendime olan güvenim azılıyor. Daha da kötüsü bunu bilmek ve bile bile bu durumu her defasında yaşamak. Bu sefer yazdığım ve internette paylaşığım için belki de vazgeçer bu huyumdan kendime verdiğim sözleri tutarım.

Güzel bir Pazar akşamı olsun herkes için...

7 Şubat 2011 Pazartesi

Beşinci Dağ

Paulo Coelho bu kitabında da benim duygularıma tercüman olmuş. Bir insanın düşündüklerini, okuduklarını, yaşadıklarını, öğrendiklerini ve uyguladıklarını, yazarak diğerlerine sunması ne kadar zor bir iştir kimbilir. Ne kadar ilginçtir ki okudukça " evet kesinlikle böyle!! " diye içimden geçirmediğim bir düşüncesi yok yazarın. Hatta kimi zaman durup not aldığım, hatta onunla da yetinmeyip paylaşım sitelerinde paylaştığım cümleler... Kitabı okurken durup durup, "keşke benim de böyle bir anlatım gücüm olsaydı" dediğim an sayısı, kitabın sayfa sayısına eşittir herhalde. İnsanların duygu ve düşüncelerini etkilemeyi bir kenara bırakın değiştirmeyi bile başarabilen yazarlardan Paulo Coelho bana göre... Kitabın konusunu sadece paylaşmak istiyorum, o da kitabın arka kapağından alıntı olacak. "...BEŞİNCİ DAĞ'ın doruğunda, başımıza gelen felaketlerin birer ceza değil, aşmamız gereken birer meydan okuma olduğunun bilincine varır...", "...mutluluğa ulaşmanın giziyse 'hiçbir zaman vazgeçmemektir'." Bu iki cümle ile açıklanabilir kitabın bize ne anlattığı. Herkesin içinde kendine göre yorumlayabileceği, bütün kitabı değil belki ama bazı fikirleri kendine örnek alıp uygulamak isteyebileceği bir kitap. Tavsiye edilir...